yatılı martı

SAAT YÖNÜNÜN TERSİ
I - BAVUL

Bavulu çekerken tekerleğinden gelen tıkırtı sesi beni hep 15 yaşımın hem hüzünlü hem güzel hissettiren günlerine götürür. Liseyi yatılı okumuş olanlar için bavul sesi tatile gitmek demek değildir. Bazen Cuma okul çıkışlarında, bir gece önceden hazırlanmış ve içinde yıkanması gereken kıyafetlerle dolu bavulu hızlı ve heyecanlı adımlarla çekiştirirken size eşlik eder bu ses, özellikle yatılılığın başlarında bu ses hevesle beklediğiniz hafta sonunun geldiğinin müjdesidir. Bazen de Pazar günleri okula dönüşte içinde bu kez yıkanmış kıyafetler ve saklama kaplarına konmuş anne yemekleri olan bavulunuz hevessiz ve yalnız adımlarınıza eşlik eder. Anne yemeklerini, herkes haftanın ilk günlerinde yemeye kıyamaz, nedense Çarşamba oldu mu birbiriyle paylaşır. Mercimek köftesiyle bir dilim keki değiş tokuş yaptığınızda başka annelerin yemeklerini de seversiniz. Yatılılık tatile benzemeyebilir, ama bazen biraz pikniktir.
Liseye başlama yaşında biri için yalnız yaşamaya karar vermek, başlarda uzun bir tatile çıkacakmışsınız gibi hissettirir. Ama gittiğinizde sizden tatildeymişsiniz gibi davranmanızı istemezler. Orayı eviniz gibi görüp derli toplu olmanızı beklerler ama aslında hiçbir zaman evle alakası yoktur. Aslında size verilen bir yatak ve bir çalışma masasıdır ve genelde ikisinden birinde olduğunuza dair yoklamalar alınır. Benim yatılı olduğum okulda kalanlar en çok koltukta oturmayı ve klozeti özlerdi.  Tabii yatılı olunca neredeyse hiç yalnız kalamayacağınızı da anlamış olursunuz. Her saatiniz hepiniz için planlanmıştır, uyanma saati, kahvaltı saati, ders saatleri, serbest zaman, etüt saati, duş saati, akşam yemeği saati… Eve hiç benzemeyen bir yanı ise okulla fazla içli dışlı olmasıdır, mesela o sabah yatağınızı toplamadığınız için derste nöbetçi öğrenci kapıyı çalıp isminizi okuyabilir, müdür bu yüzden sizinle görüşmek isteyebilir. Aynı müdürle sizin herhangi bir sorununuz için görüşmeniz gerektiğinde işler bu kadar hızlı yürümez.  Zaten müdür için sizin herhangi bir sorun yaşamayan, kurulu düzende saat gibi yaşayabilen biri olmanız daha istendiktir, sonuçta onun da kendi hayatı vardır. Kendi hayatınızın sizin elinizde olduğunu böylece yaşıtlarınızdan önce keşfedersiniz. Ve yatılı okulda kendi bavulunuzu kendiniz yaptığınız gibi, kendi sorunlarınızı da kendinizin çözmesi gerektiğini anlarsınız.


II - SABAHIN İLK SAATLERİ

Bir an bile yalnız kalamadığınız böyle bir düzenin içinde sorunlarınızla yalnız başınıza mücadele edeceğinize inanmak zor olabilir. Bir sürü yaşıtınızla bir arada kalıyor olabilirsiniz ama zaten o yaşlar herkesin başka başka sorunlarla boğuştuğu yaşlardı, ve bazen yaşıtlarınız işinizi kolaylaştırmak yerine daha da zorlaştırabiliyordu. Yoksa ben hiçbir aklı başında insanın, sorunlarıyla mücadele edemeyen ve artık canına tak etmiş bir yaşıtı pencereden atlamak üzereyken ‘’Şimdi sen atladın diye bütün camlara demir parmaklık takacaklar, doğru düzgün pencereden bile bakamayacağız, git okul dışında bir yerde kendini öldür!’’ diyeceğini düşünmüyorum. O yaşa kadar şefkat görmeye alışmış ama şefkat göstermeyi öğrenememiş ergenlerle dolu bir kamp… Bu olaya şahit olduktan sonra güçsüzlüğün pek işe yaramayacağını sezinlemiş oldum. Bir şekilde başımın çaresine bakacaktım. Bu yaşıma kadar kurallara uyarak rahat bir öğrencilik hayatı geçirmiştim, belki kurallara uyarsam burada da sorun çıkmazdı.
Benden daha önce yatılı kalmaya başlamış olan arkadaşlarımdan, üst dönemlerdeki ablaların onları sabah saat beşte uyandırıp yataklarını jilet gibi toplamalarını emrettiğini, yatağın üzerinde para düzgün yuvarlanmazsa yatağı bozup baştan toplattıklarını duymuştum. Kurallara uymak iyi bir fikir olabilirdi ama kurallar mantığıma hakaret etmeye başladığında sessiz kalamayacağımı biliyordum, mutlaka bir gün başımı belaya sokardım.
Kuralları yavaş yavaş çiğnemeye başladım ama her seferinde haklı olduğuma emindim. Bir keresinde ders çalışma saatinde bir arkadaşımla çamaşır odasına kaçtım, çünkü birlikte ders çalışmamız gerekiyordu ve ayrı odalardaydık, birlikte çalışacaksak ses çıkarıp diğerlerini rahatsız etmemiz muhtemeldi, biz de hali hazırda zaten sesli bir yer olan çamaşır odasındaki masalara kurulduk. Bilin bakalım ne oldu? Belletmen bu yaptığımız davranış yüzünden bizi kınadı ve tutanak tuttu. Daha sonraki günlerde iki kişinin kapalı kapılar ardında yalnız kalmasının sakıncalı bulunmasıyla ilgili başımı pek çok belaya daha soktum ama en azından ders çalışmak için koridordaki nöbetçi öğretmen masasını birlikte kullanabileceğimizi öğrenmiş olduk. Orası nöbetçi masası olduğu için olması gerektiği gibi merkezi bir konumdaydı ve bu ders çalışmak için pek elverişli değildi, bazen veliler kapıdaki küçük pencereden bize gidip kızlarını çağırmamızı buyururlardı, biz de nöbetçi öğrenci diye bir şey varmış ve biz oymuşuz gibi davranıp dediklerini yapmak zorunda kalırdık. İyi yanı ise bu masada çalışma işini, o gün okuldan hangi öğretmen nöbetçi ise ondan birebir ders alma imkanına dönüştürmüştük.
Sonra kurallar değişti, artık etüt saatlerinde yatakhaneye çıkmak yasaktı, yatakhanenin alt katındaki sınıflarda çalışmak zorundaydık. Etüt saati demek ders çalışmak, yazı yazmak ya da kitap okumak demek olabilirdi, o saatlerde yemek yiyemez, duş alamaz ya da uyuyamazdınız (bazen belletmeni hasta olduğunuza ikna edebildiğiniz durumlar hariç). Önceden, kitap okuyacaksanız bile yatağınızda değil masanızda oturmanız gerekirdi, şimdi ise zaten odanıza çıkmanız yasaktı. Bir gün alışverişten gelip yatakhaneye çıkmaya çalıştığımda kapıların kilitli olduğunu fark ettim ve etüt saatine beş dakika gecikmiştim. O gün bu yeni kuralın uygulanmaya başladığı günmüş. Ertesi gün için çalışmam gereken dersler vardı fakat ders eşyalarım yukarıdaydı, bense elimde bir torba mandalina ve tuvalet kağıdıyla aşağıda kalmıştım. Aşağıdaki etüt sınıfına girip oturdum. Belletmen yukarı çıkıp kitaplarımı almama izin vermedi çünkü o saatte yukarı çıkmak artık yasaktı. En azından tuvalete gidersem sıkıntı olmayacağına sevindim, peki o sırada etütte olanlar tuvalete gitmeleri gerektiğinde yukarıdan tuvalet kağıdı alabilecekler miydi? Esas sorun, ben etüt saatinde mandalina ve tuvalet kağıdıyla ne yapacaktım? O saatte mandalina yiyip oturmak da yasaktı. Kurallar bazen hiç yardımcı olmuyordu. Yarım saat bu saçma durumun içinde kaldıktan sonra o kuralı bir seferlik olmak şartıyla ve yine ismim tutanaklara işlenerek esnettik. Ertesi günkü sınava bir an önce çalışmam gerektiği için sorunu fazla uzatmadım. Sabah da erkenden kalkarak kahvaltıdan önce kendime özel etüt yapardım ve sorun kalmazdı.
Sabahın erken saatlerinin ne kadar güzel olduğunu o zaman keşfettim. Belletmenler kendi okullarında ders vermeye gittikleri için sabahları kapılar biz kalkmadan önce açılmış oluyordu. Ben de her sabah herkesten önce uyanıp kendimi bahçeye atardım. Bahçede okulun sembolü olan martılar ve ben olurduk. Havada hafif bir serinlik olurdu ve tüm gece üzerinize kapı kilitli uyumuş olmanın verdiği hisle o temiz hava sanki çok susayıp su içmek gibi hissettirirdi. Sabah saatleri benim için orada ettiğim mücadelenin bir parçasıydı, orada sessizliği dinleyerek sakinleşir ve kendimi huzurla ödüllendirirdim. Ama bu keyifli sırrımın ortaya çıkması da çok uzun sürmedi. Bir gün yine bahçenin bir köşesinde nefes egzersizleri yaparken okulun o gün bahçede nöbetçi olan öğretmenine yakalandım. Bu sefer adımın tutanaklara geçmesini gerektirecek bir durum yoktu ve hoca da bana takmamıştı o yüzden unutuldu gitti ama artık canım sabahları bahçeye kaçmak istemedi.
Bir yıl sonra başım daha büyük beladayken o çamaşır odasındaki arkadaşımla yine sabah erkenden bahçeye çıktığımızda bu sefer adımız tutanaklara geçmişti çünkü baş başa olmamız sakıncalı bulunmuştu, bunu tek başımayken de yaptığımı, sabahları sakince burada oturmayı sevdiğimi anlattıysam da o zaman tutanak tutulmadığı için kimseyi ikna edemedim, zaten bir yerlerde baş başa olmamızdan dolayı mimlenmiştik ve ikimizin yan yana olması bile yasaklanmıştı. Hatta bir keresinde bu baskılardan bunalıp öğlen vakti herkesin ortasında ağlarken o arkadaşım bana sarıldığı an yukarıdan müdür yardımcısı bize seslenip sarılmamamızı söylemişti, ağladığımı görünce de ‘’Aman siz de hep ağlıyorsunuz.’’ demişti. Daha önce de dediğim gibi, sorunları çözmekle uğraşmazlardı ama biz kendi sorunlarımızla baş edemediğimizde suç bizimdi.


 III - DAHA BÜYÜK SORUNLAR

Bir yıl sonra başımın daha büyük belada olma sebebi yatakhanede bazı kurallara uymanın imkansız olmasıydı. Çünkü bu kurallar hiçbir yerde yazmazdı ama ihlal ettiğiniz an başınız sonsuza kadar belaya girerdi. Ve bu kurallar yaptıklarınızla değil kim olduğunuzla ilgiliydi, bu yüzden uyulması imkansızdı, kurallara aykırı olan sizin varlığınız olabiliyordu. Bu alanlardan biri politik görüşünüzdü. Okul dışındaki saatlerinizi politik bir çevrede geçiriyorsanız tehlikeliydiniz. Siz yokken odanızda arama yapılabilir ve kitaplarınıza el konabilirdi, bu konu yüzünden birçok kez isminiz görüşme yapılmak üzere çağırılabilirdi. O görüşmelerde başınıza neler geleceğini bilmiyorum çünkü benim başımı belaya sokan konu bu değildi. Bir yatılı öğrencinin hayatında sorumluları en fazla tedirgin eden şey ne onun kendini öldürmek üzere camdan atmayı düşünmesi, ne biraz huzur bulmak için sabahları erkenden bahçeye çıkması, ne de girdiği politik çevreydi. En büyük sorun cinsellikti. Kendini, kim olduğunu, hayatıyla neler yapmak istediğini keşfetmekte olan bütün ergenler gibi olabilirdik, ama gündüzlülerin ya da heteroseksüellerin bahçede öpüşmesini kimse takmazdı. Yatılılarsa heteronormatif topluma hazırlanan aseksüeller olmak zorundalardı. Bu yüzden çamaşır odasında iki kişi baş başa ders çalışamazdı, bu yüzden bahçede yalnız başımıza kuşları dinleyemezdik, birbirimize yaşadığımız sorunlarda destek olmayı biraz abarttığımızda samimiyetimiz göze batardı. Bir kere göze battıktan sonra ise kol kola girmek bile çok büyük görünürdü.
Bu sorunla bahçeye çıkıp temiz hava almakla baş edemiyordum. Haksızlığa uğradığımı hissetmiştim. Henüz kendimin bile yüzleşmediği bir konuyla yargılanıyordum. Çıkış noktası neydi hala bilmiyorum ama bir anda bu konu bütün okula yayıldı. Erkek yatılı grubu her karşılaşmamızda arkamızdan ‘’Lezoo’’ diye laf atar olmuştu. Size biraz da erkek yatılıdan bahsedeyim, genellikle sürü halinde gezdiklerinde çok gürültü çıkaran ve birbirlerinden aldıkları destekle her şeyi yapabilirlermiş gibi davranan ama tek başlarınayken pısırık olan insanlardan oluşurlar. Hiçbir zaman yüz yüze gelip bir şey diyemedikleri için bu konuyu onlarla konuşma fırsatım olmadı, hep arkamızdan laf attıkları için ne yüzle bunu yaptıklarını göremedim. Konu onlardan ibaret olsa baş edebilirdim, sonuçta onlar da benim gibi öğrenciydiler ve benden daha fazla yaptırım güçleri yoktu. Ama konu bir anda büyüyüp idarecileri bile içine alınca işler çığırından çıktı. İdareciler de konuyu bizimle görüşmek yerine duyduklarına inanmayı seçtikleri için başta her şey daha da sarpa sardı. O yıl yazdan dönüp odalarımıza yerleşecekken aynı odada kalamayacağımızı öğrenmemizle arkamızdan dönen dolaplardan haberdar olduk. Bize bu durumun geçici olduğu ve rehberlik birimiyle görüşürsek sorunumuzu çözmede bize yardımcı olacakları söylendi. Bu yüzden eşyalarımızı odalarımıza haftalarca yerleştirmedik ve eşyalarımız bavulda, gerçek odalarımıza yerleşmeyi bekledik. Rehberlik birimi bize kendince doğru olan durumları dayatmaya çalışmaktan başka bir işe yaramadı. Bize birbirimizle görüşmemeyi ve kendimize erkek arkadaşlar edinmemizi tavsiye etti. Haftalar sonra artık ümidi kesip bavullarımızı boşalttığımızda aynı odada kalacağımızı düşünerek ortak aldığımız eşyaları da bölüştük. Müdür bizimle görüşüp durumu sorduğunda ona Montaigne ‘in dostlukla ilgili denemesini okuttuk. Kendisi de edebiyat öğretmeni olduğu için bunun etkili olduğunu düşünüyorum. Daha sonra bize bizi rahatsız eden biri olduğunda ona gidebileceğimizi söyledi. Gitmedik, çünkü hepsini birden şikayet etmek bizi daha da yıpratacaktı. Böyle durumlarda sorunu çıkaranlar değil sorunu dile getirenler daha fazla cezalandırılıyor.
Mücadele etmenin başka yollarını bulmalıydık.

IV - PSİKOLOG

O günler haksızlığa uğradığım, fakat hakkımı nasıl arayacağımı bilmediğim, hatta haklarımın ne olduğunu bile bilmediğim zamanlardı. Sorunlarla tek başıma mücadele etmem gerektiği açıktı ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Geleceğe olan ümidim yok oluyordu, canım hiçbir şey yapmak istemiyor, sadece sürükleniyordum. İçimden ağlamak bile gelmiyordu. Sanki bir şeylere küsmüştüm, parlak renkler kaybolmuştu ve geriye gri türevleri kalmıştı. Hem kendimden başka kimseye güvenmek istemiyor hem kendimi yalnız hissediyordum. O zaman aklıma bir şey geldi, geçmişteki ve gelecekteki benleri düşündüm; o zamanki yaşımdan küçük benler ve daha büyük, gelecek zamandaki benlerle bir arada olduğumuzu; benim geçmişteki hallerimin ablası olduğumu, gelecekteki büyük benlerin de gelip bana yardımcı olabileceğini düşündüm. Bunun için tek yapmam gereken yaşamak, böylece onların da yaşamasını sağlamaktı. Bazen hayalimde küçüklüğümü kucağıma alıyor ve onu dinliyordum, sorunlarını atlatmasında ona yardımcı olduğumu hayal ediyordum. Bu kendimi güçlü ve destekleyici hissetmemi sağlıyordu. Bazen de sorunlarımla baş etmek için gelecekteki hallerimden yardım istiyordum, bana her şeyin geçtiğini, o zamanki yıllarda bugünkü sorunlarımın hiç önemli olmadığını, yakında mutlu olacağımı söylüyorlardı.
O sıralarda yatakhanede gönüllü bir psikolog kalmaya başladı. Bir gün yoklama sırasında belletmen odaları gezerken o da odalara tek tek girip kendini tanıttı ve eğer istersek bizimle görüşmek istediğini söyledi. Odasının kapısına bir takvim astı, o takvimde her günün görüşme saatleri kutucuk olarak belirtilmişti. Eğer görüşmek istiyorsak uygun olduğumuz saatin kutucuğuna çarpı atmalıydık, böylece diğer görüşmek isteyenler o saati almayacaklardı. Kapının yanında bir de kutu vardı, üzeri kumbara gibi kesilmişti. Oraya da hangi saati aldığımızı ve adımızı yazıp atıyorduk. Bu da görüşenlerin adının gizli kalmasını sağlıyordu. Bunun dışında istersek grup çalışmaları da yapabileceğimizi söyledi.
Bir psikologla görüşme fikrini sevmiştim, çünkü bizi disipline sokma gibi bir görevi yoktu, ona istediğimiz her şeyi anlatabilirdik, ve o bizi kimseye şikayet etmeyecekti.Odasındaki takvime işaret koymak için gittiğimde her hafta Çarşamba günlerinin planlanmış olduğunu gördüm. O haftanınkinde ‘’mekanı kişiselleştirmek’’ yazıyordu. Pazartesi gününde bir boşluk buldum ve orayı kendime seçtim.Pazartesi günü odasına gittiğimde ne konuşacağımı ve anlatmaya nereden başlayacağımı bilmiyordum. Ama o bana sorular sorarak beni yönlendirdi. Son zamanlardaki haksızlıkları, odama yerleşirken bavulumu haftalarca boşaltmak istemediğimi anlattığımda bununla ilgili bir konuyu Çarşamba günü yapacağımız grup çalışmasında konuşacağımızı söyledi. Bavulumu boşaltmak istemeyişimle o odayı benimsemek istememem arasında bağlantı kurduk, çünkü bütün yaz başka bir odada kalacağımı düşünmüş ve onun için hazırlık yapmıştım. Şimdi içinde bulunduğum durum aylardır olan beklentilerime uymuyordu, bu yüzden durumu kabullenip odama yerleşmek istemiyordum.
Günlerden Çarşamba olduğunda akşamki etüt saatinde etüt sınıfında toplandık, fakat o gün ders çalışmak zorunda değildik, isteyenler yan sınıfta ders çalışacak, isteyenler ise psikoloğumuzun sunumuna katılacaktı. Sunum, bulunduğumuz mekanı kişiselleştirmek üzerineydi, psikoloğumuzun mimarlık eğitimi de varmış buna biraz şaşırdım ama bizim için faydalı oldu. Bizim odalarımızda pek fazla değişiklik yapmamıza izin verilmiyordu, zaten odayı yataklar ve masalar kaplamıştı, dolaplarımız ise dışarda koridordaydı, duvarlara resim ya da poster asmak yasaktı ve yatak örtülerimiz aynı olduğu için her oda birbirine benziyordu. Fakat sunuma göre, kendimizden bir şeyler katarsak burada daha iyi hissedecektik, bu hem bizim için iyi olacaktı hem de böyle olunca öğrencilerin eşyalara zarar verme ihtimali azalıyordu.
O hafta Kadıköy’de bir dükkandan kendime ve çamaşır odasındaki arkadaşıma üzerinde gülen yüz olan yapma birer çiçek aldım, sap kısmının içinde tel olduğu için kıvırıp istediğim yere tutturabilirdim. Onu yatağımın baş ucuna tutturdum, böylece her sabah uyandığımda onu görebilirdim. Dolabımın kapağına da magnetler almaya başladım, dolaplarımız metal olduğu için bu iyi bir fikir gibi gelmişti. Fakat magnetlerimden bazıları kaybolunca onları dolabın dış kapağına değil iç kapağına yapıştırmanın daha iyi olacağına karar verdim. Yatakhanede küçük ve büyük bazı hırsızlık olayları olabiliyordu, eşyalara sahip çıkmak önemliydi. Böylece artık benim yatağım ve benim dolabım diğerlerinden farklı olmuştu. Onları kişiselleştirmiştim. Başka bir arkadaşımın masasına bir fanusun içinde balık koyduğunu gördüm. Bu güzel bir gelişmeydi çünkü yatakhanede hayvan beslemek yasaktı, o balık için özellikle izin almıştı ve bu talebi kabul edilmişti. Çok güzel kırmızı bir balıktı, onun varlığı beni de mutlu etti. Başka bir arkadaşımsa bir saksıda laleler alıp pencerenin kenarına koydu, belirli zamanlarda suyunu vermek onun için önemli bir amaç olmuştu. Bu mekan kişiselleştirme işi keyifliydi ve bence işe yarıyordu.
Diğer Çarşamba konumuz nefes egzersizleriydi, sabahları her birlikte çıkıp bahçede uygulama yapabileceğimizi söylediğimde tahmin ettiğimden daha çok kişi bana destek verdi. Yalnız nefes egzersizi benim yaptığımdan biraz değişikmiş, o çalışmada onu öğrendik. Doğru nefes aldığımızda hem kaygı düzeyimiz azalıyormuş hem de daha zinde hissedermişiz. Sonraki günlerde sabahları birkaç kişi hep birlikte çıkıp bahçede egzersiz yaptık. Hiçbir şey yapmak istemeyen halim geçmeye başladı, kendimi daha az yorgun hissediyordum. Sabahki egzersiz saatleri zamanın dışında gibiydi. Mucizevi bir şekilde on dakikalık bir şey bütün günümü güzelleştirmişti.
Diğer hafta birlikte bir film izledik, sonra o film hakkında konuştuk. Çarşamba günlerine ek olarak artık Perşembe günleri film izleme günü olacaktı ve hangi filmin izleneceğini bizden biri belirleyecekti. O hafta kimin seçtiği film izlenirse filmden sonra o, neden bu filmi seçtiğiyle ilgili konuşacaktı. Birkaç hafta sonra bu paylaşım sadece filmlerden ibaret değil örneğin okunan bir kitabın paylaşılması, eğer bir müzede gördüğümüz bir eser bizi etkilediyse onun paylaşılması gibi durumlara evrildi. Ben bir keresinde Şeker Kız Candy’den bir bölüm izlettim. İlk bölümlerde Candy ve Annie birlikte yetimhanede büyüyorlar ve çok özel bir dostlukları var. Bana biraz yatakhaneyi hatırlattığı için uygun geldi. Bir de bir arkadaşımız ‘’Anne, tut elimi!’’ diye bir kitap anlattı, annesi öldükten sonra hiç konuşmamaya karar veren küçük bir kız vardı kitapta, ben de okumaya karar verdim. Bir süre sonra fark ettim ki Perşembe günleri paylaşmak için daha fazla sanatla ilgilenmeye, daha dikkatli bir gözle bakmaya başlamışım. Bir seferinde de hep birlikte tiyatroya gittik. Çok başka dünyaların olduğunu fark etmek iyi hissettirdi.
Sonraki hafta yatakhaneye birileri sarhoş olup geldi. Aslında sonra da yatakhanede içki içtiler ama şişelerini dolabın birine sakladık.  Babasını kaybetmiş olan bir arkadaşımız vardı, o da sarhoş olmuştu ve çok kötü ağladı, o ağlayınca belletmenler de durumu anladı. Sonra o arkadaşı psikolog odasına götürdüler, sanırım bundan sonra onunla düzenli konuşacak.
Tesadüf mü bilmiyorum ama o Çarşamba alkol ve madde bağımlılığıyla ilgili konuştuk. Benim böyle bir sorunum olduğunu düşünmüyordum, sadece arada bir içki içerdim, sadece bir kez sarhoş olmuştum onda da moralim bozuktu. Gerçi sarhoş olmak da pek işe yaramamıştı. Sigara da içmiyordum, bazen macera olsun diye gizli gizli pencereye çıkıp içerdik o kadar. Ama sürekli sigara kullananlar da vardı. Birkaç tanesinin yeni başladığını biliyordum çünkü geçen sene içmiyorlardı. Onların takıldıkları gruplar da zaten herkesin sigara içtiği gruplardı, o modda takılınca herkes bir iki tane içerdi.
Sunum beslenme alışkanlıklarıyla devam etti, bizim yatakhanede öğlen yediğimiz yemeğin aynısı akşam da oluyor bu yüzden bir sürü kişi kantinden ekmek arası bir şeyler alıp yiyor, akşam da zaten dışarı çıkma iznimiz olduğu için istediğimiz yerde yiyebiliyoruz. Ama evde kalanlarla kıyaslanınca çok fazla fast food yediğimiz ortaya çıktı. Ara öğünlerde de bazen meyve çıkıyor ama evdeki gibi pek fazla vitamin almıyormuşuz. Bu konuda ne yapabilirim bilmiyorum belki eczaneden vitamin alırım, ya da alışverişe çıkıp yine mandalina alırım. Zaten bizde mutfak yok o yüzden yemek yapacak değilim, yapmayı da beceremezdim zaten. Yemekhanede ne çıkarsa onu yerim.
Sonraki sunum neydi tam hatırlamıyorum ama o ara bir deprem oldu, biz de içerde kilitli olduğumuz için çok korktuk. Zaten deprem bölgesinden gelenler vardı, onlar daha çok korktu. Sakinleşelim diye bizi bahçeye çıkardılar. Çok uzun zamandır ilk defa gece dışardaydım o yüzden hiç içeri giresim gelmedi. Bahçede yere yatıp yıldızları izledik. Hava da çok güzeldi. Keşke bazı geceler böyle dışarı çıksak, ne bileyim gökyüzünü falan gözlemlesek. Ya da grup çalışmalarını burada yapsak? Uyku problemi olan birileri için psikolog, sabahları yaptığımız nefes egzersizlerini uyumadan önce de yapmalarını önerdi. Biz bu kadar korkup bir türlü içeri girmeyince ertesi günkü sınavımız iptal oldu, herhalde tarihe geçmişizdir.


V - BÜYÜMEK

Sunumlardan biri, daha küçük sınıfların ailelerinden ayrılmakla ilgili kaygıları içindi. Biraz yalnızlık hissinden falan bahsediyordu. Artık o kadar yalnız hissetmediğimi fark ettim, kendi başıma bir şeyler yaptıkça yalnızlığı düşünecek zaman pek kalmıyor sanırım. O sunumu çok iyi dinlemedim ya da ilgimi çekmedi sanırım, pek hatırlamıyorum. Ama bu konuda da özel olarak görüşüp yardım alan birileri olmuştu. Bir sorunla karşılaştıklarında en azından görüşüp yardım alabilecekleri bir psikolog olması güzel olmalı. Ben kriz anlarımı daha çok kimden yardım isteyebileceğimi bilemeden geçirdiğim için zorlanmıştım. Ya da kişisel haklarımın ne olduğu, bu hakları nasıl koruyabileceğim konularında bilgim olsa bu kadar çaresiz hissetmeyebilirdim.Beni daha çok ilgilendiren sunum kariyer hedefleriyle ilgili olandı. Kişisel ilgi ve yeteneklerimizi keşfetmek, kim olduğumuzu, ne yapmak istediğimizi keşfetmekle ilgili bir sunumdu. Bana kalırsa bu konu meslek seçiminin çok ötesinde bir konu. Çünkü aslında nasıl bir hayat yaşayacağımıza karar veriyoruz bir yandan da. Ben sırf bu yatılılık hayatıyla bile haksızlıkla mücadele etmek istediğimi, başkalarının sorunlarına yardımcı olmayı sevdiğimi fark ettim, psikolog gelmeden önce bile kendi başıma üstesinden gelmeye çalıştım, tamam belki hepsi çok mantıklı girişimler değildi ama bir şekilde hayatta kaldım. Cinsel yönelimimle, politik duruşumla, hayallerimle kimsenin beni yargılayamayacağını öğrendim. Bir konuda haksızlığa uğradığımı düşünüyorsam ne gerekiyorsa yapıp kendime sahip çıkmayı öğrendim. Burada öğrendiklerimi bütün hayatıma uygulayabileceğimi biliyorum. Yaşadığım yeri bana özelleştirmeyi, renk katmayı, kendimi ifade eden sanat yapıtlarıyla ilgilenmeyi, hatta kendimi sanatla ifade etmeyi, sadece nefes alışımı değiştirerek kendimi daha iyi hissetmemi sağlamayı, beslenme alışkanlıklarımı düzenlemenin aslında kendime iyilik olduğunu, yalnızlık hissiyle verimli şeyler üreterek baş edebilmeyi, bir zorbalıkla karşılaştığımda gerekli yerlere başvurabileceğimi, gece gökyüzüne bakmanın bile değerli bir özgürlük olduğunu… artık biliyorum.
Kariyer hedeflerime gelince, önce insanların mutlu olabileceği mekanlar tasarlamak için mimar olmaya karar verdim. Burada sahip olamadığım özgürlükçü ortamı sağlaması sebebiyle de ODTÜ’yü tercih ettim. Orada yıllarım yeni zorluklar ve yeni mücadelelerle geçti. Son sene bir sebepten psikologla görüşmeler yapmaya başladım ve o yıl tekrar sınava girip psikoloji okumaya karar verdim. Bir yandan mimarlık bitirme projesini hazırlarken bir yandan liseden bir arkadaşımın da desteğiyle son gece üniversite sınavına hazırlandım. Bu kez ailemin olduğu şehirde psikoloji okudum ve mezun olurken aklımda bir şey vardı, liseme dönüp orada gönüllü yatılı çalışmak, çünkü oradakilerin benim o zamanlar hayal ettiğim büyük benlerden birine ihtiyacı var.
O zamanlar gönüllü çalışan psikolog maalesef aslında benim hayalimden ibaretti. Gelecekteki büyük benlerden birini düşünüp ondan yardım istediğimde hayal ettiğim biri. O hayallerden biri olup, o zamanki benin elinden tutup ona, bana bakıp geleceği görmesini söylemiştim. O zamanlar beni iyileştiren ve arkadaşlarıma destek olmamı sağlayan bu hayaldi, şimdi belki de o hayalin gerçekleşip başkalarını iyileştirme zamanıdır. Gittiğimde odamın kapısına bir takvim asacağım, yanına da bir kutu ve her hafta onlara hayatlarındaki zorluklarla mücadele etmekte yardımcı olacak, benim o zamanlar bir hayale inanıp gerçekleştirdiğim bazı uygulamalarla destek olacağım. Belki de böylece çamaşırhanedeki arkadaşımın yaşamasını sağlarım. Ve pencerelere demir parmaklıklar yapmak bir daha kimsenin aklına gelmez.

inç Öykü
korku gecesi - delilerden sen anlarsın, konuş onlarla